25 Şubat 2013 Pazartesi

AKP’nin Toplumla Savaşı


AYŞEGÜL KARS KAYNAR

AKP fazla uzun zamandır iktidarda. O kadar ki, iktidarının eleştirisi, eleştirisinin eleştirisi; iktidarının analizi, analizinin analizi bile yapıldı ve artık AKP’i eleştirmek için söylenebilecek yeni pek bir şey kalmadı. O kadar uzun zamandır iktidarda ki, bugün AKP’nin Kürt politikasının, Alevi politikasının, Suriye politikasının, AB politikasının ne olduğundan değil, nasıl değiştiğinden söz edebiliyoruz; bir partinin değil de kendinden menkul bir devletin politikalarının tarih içinde değişiminden söz edermiş gibi. Bu durum, bir bakıma, uzun zamandır iktidarı elinde tutan siyasi bir partinin olağan tavrı olarak karşılanabilir. Toplumu değiştirmek hedefiyle mücadele eden herhangi bir siyasi partiye on sene boyunca kullanması için iktidarın araçlarını verirseniz, zaman içinde bu araçların farklı kombinasyonlarını deneyecek ve farklı ve hatta birbirine zıt siyasetler ortaya çıkaracaktır. Ancak diğer taraftan AKP, iktidarda kalabilme arzusunun ve Erdoğan’ın azgın iştahının getirdiği özgüllükleri de yansıtıyor: Tarihsel, bitmeyen ve bu sebeple AKP’yi hep iktidarda tutacak bir rövanşizm. “Kemalist” Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı başlatılan bu rövanştan payını ilk alan asker ve yargı oldu. Ancak ardından “Kemalist” olmadığı aşikâr Kürtler ve sosyalistler geldi. Anlaşılıyor ki AKP,  öç alacağı yeni yeni kesimler yaratarak, üzerinden siyaset yapacağı ve rövanşist iktidarını sürdüreceği yeni yeni alanlar açıyor, yeni yeni düşmanlar yaratıyor kendisine. Bu bir saldırıdır. Bu, AKP devletinin, AKP Cumhuriyeti’nin topluma yönelttiği bir saldırıdır.  


Çağdaş Hukukçular Derneği’ne bağlı avukatlar yalnız değiller. Toplumun yetiştirdiği doktorların, sanatçıların, gazetecilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin ve de avukatların hepsinin itibarsızlaştırıldığı, saygınlıklarının yok edildiği bir saldırı içindeyiz. Toplumun “okumuş”, “meslek sahibi” olmuş, talepkar kesimleri karalanıyor. AKP bu mesleklerin cübbe ve önlüklerini, polis üniforması karşısında hiçleştiriyor. Daha acısı, yaşadıklarımızı hala hukuk devleti içerisinde yaşıyoruz. Yaşadıklarımızı yasaların işlememesi nedeniyle değil, yasaların etkin ve hızlı işletilmesi sayesinde yaşıyoruz. Yaşadıklarımızı, hâkimlerin ve hukukçuların gözetimi altında yaşıyoruz. Bu süreçte, hiyerarşik konumu devlet iktidarının üzerinde olması ve devlet iktidarını bağlaması gereken hukuk henüz yok edilmiş; devlet henüz keyfi bir rejime terkedilmiş değil. Daha ziyade karşı karşıya olduğumuz şey, hukuk devleti içerisinde yasaların herkes için aynı yorumlanmaması ve herkes için aynı uygulanmaması; hukukun, siyasi iradenin belirlediği kişiler için askıya alınması durumudur. Böylece AKP siyasi nedenlerle kimi grupları hedef seçerek hukuk yolu ile mücadele edebiliyor; toplumsal muhalefeti hâkim, savcı ve polis gücüyle kriminalize edebiliyor.  

AKP, kimi meslek gruplarına karşı devlet şiddetini kullanmakla kalmıyor; aynı zamanda toplumu bu gruplara karşı kışkırtıyor da: “Onlar gerçek gazeteci değil zaten”, “bu sanatçılar da hem televizyondan hem tiyatrodan para alıyor”, “doktorlar az çalışıp çok kazanıyor”, “ne biçim öğrenci yetiştiriyor bu akademisyenler”, “atanmayan öğretmen! al o oyunu kendine sakla”, “bunlar avukat değil, ajan”. AKP eğitim gerektiren meslek sahiplerini toplumun geri kalanına, değerleri halka yabancı ve yoz “elit kesim” gibi gösteriyor; bir nevi yeni Kemalistler yaratmaya çalışıyor. Onlar halktan değildir; onlar halk değildir. İşte bu nedenle burnu büyük, konakta büyümüş, halkı küçük gören doktorlara, halk fakirken kendisi zengin sanatçılara, yurt dışında yetişmiş akademisyenlere oh oluyor. AKP bu grupları halktan ayırırken, kendisini onlarla halk adına mücadele eden, halkın gerçek temsilcisi olarak tekrar tekrar sunuyor; eskimiş iktidarına ve söylemlerine bir hareket, bir canlılık kazandırıyor. Böylece her yeni saldırı, AKP’ye halkın temsilcisi olduğunu yeniden hatırlatacağı, iktidarını yeniden kuracağı bir fırsat veriyor. Hâlbuki 2010 Türkiye’sinde bu mesleklerin hepsi de emekçidir; hepsi de halkın kendisidir. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde nasıl olduğu sorusu bir yana, bugün bu meslekler orta gelirli ailelerin çocuklarına iş imkânı sunar. Ama AKP, iktidarını devam ettirebilmek için toplumu kendisine kırdırmayı göze alacak kadar vahşileşmiş durumda.


AKP’nin topluma karşı giriştiği bu saldırı, yasaların normatif gücüne sahip, karşısındakini “suçlu” addeden bir saldırıdır. Tıpkı kaba zor unsurlarına dayanan saldırılar gibi, bu saldırı da bireyleri kitleler, yığınlar halinde öldürmektedir. İlkinde insanların bedenleri; akılları, itibarları, düşünceleri ve onurlarıyla aynı anda ölür gider; ikincisinde ise yavaş yavaş, daha sonra. Bir toplum, bugün, işte böyle öldürülüyor. Türkiye 19.yy’ın başlarından günümüze “eğitimde”, “modernleşmede”, “demokraside”, “insan haklarında” kazanımlar elde ettiyse, işte o kazanımların vücuda geldiği o insanlar, o zihinler öldürülüyor mahkûm edilerek. Geriye ise artık bir toplum değil, bir insan sürüsü kalıyor; insan olma vasfı, dört milyon yıl önce omurgasını dikleştirerek iki ayağı üzerine kalkmasından ibaret bir sürü.  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Türkiye Kentlerinde El Koyarak Birikim

Yusuf Ekici 2008 yılında  ortaya çıkan kapitalist krizin etkileri gün geçtikçe artıyor.  Krizin ortaya çıktığı dönemde, Türkiye’de yet...