7 Nisan 2013 Pazar

Kent Sorunsalı Üzerine Düşünceler - Henry Lefebvre


Société Française: Yirmi yıl önce yazdığınız La Révolution Urbaine adlı kitabınızda bir şehir toplumunun oluşmaya başladığını haber vermiştiniz. Bu, hala günümüzde belirsizliğini koruyan bir durum; ayrıca, yakın bir zamanda şehir kavramının pek bilinmediğini söylediniz. Son yıllarda ne gibi değişiklikler oldu? 

Henri Lefebvre: Mimari ve kentsel müdahalelerin kentin değişimiyle örtüşmediğini düşünüyorum. Paris’in merkezinde otuz yıl yaşadım ve şehrin değişimini gözlemledim. Sadece birkaç yıl öncesine kadar şehir merkezi neredeyse terk edilmişti fakat sonra elitist bir yaklaşımla yeniden işgal edildi. Niçin? Bu olay başka büyük şehirlerde de gözlemlenebilir. Şehirlerin büyümesi taşralarda ve merkezlerde gerçekleşti; üretim, iş ve yerleşim yerleri olan taşralar yüzünden eskiden karar alma noktaları olan merkezler ikinci plana itildi. Bir süre sonra sanki merkeze bir geri dönüş oldu. Bu dönüş, merkezi sık sık Fransızlar, yabancı turistler, öğrenciler ve iş adamları tarafından ziyaret edilen Paris’in bir özelliği haline geldi. İnsanlar sadece müzeleri ve anıtları değil son dönemde inşa edilen binaları da görmeye geliyorlar. Bu Paris’e canlı bir görünüm kazandırıyor. Fakat bu kentsel anlamda bir canlılık mı? Nasıl cevaplayacağımı bilemiyorum! Bu canlılık büyük oranda buradan geçen gezginler sayesinde var. Kalıcı nüfus, şehrin sakinleri, çok değişti. Pompidou Merkezi’nin arkasındaki binamda yaşayan yaşlı insanların çoğu öldü ve bu dairelerde ofisler açıldı. Beni de dairemi almak için çıkartmak istediler. Bence merkez müzeleşiyor ve yönetimselleşiyor. Politik değil fakat finanssal yönetimselleşme. Şehir dönüşüm geçiriyor ve kentleşme devam ediyor. 

S.F. : Sık sık, algılanan ve yaşanan arasında gitgide artan uyumsuzluğa değindiniz. Bunun toplumsal iş bölümüne yapılan vurgu yüzünden olduğu söylenebilir; bu da uzmanlaşmaya yol açıyor. Gerçi günümüzde istenilen verimlilik en üst noktaya yaklaşmaya başladı. Bu da demek oluyor ki genel ve özel şehircilik bilgisi ve savoir faire’yi değişik açılardan anlamak için detaylı yasalara ihtiyaç var. Aynı zamanda insanlardan daha fazla müdahale için talep geliyor. 

H.L.: 1970lerde (genel anlamda) biraz gelişme gösteren kentsel mücadelelere rağmen, insanların pasifliği beni her zaman şaşırtmıştır. Şehir onların etrafında değişiyor ve bunu kabul ediyorlar, benimsiyorlar ve sonuçlarına katlanıyorlar. Finans sektörüne yer vermek için son 10 yılda insanlar şehir merkezlerinden atılıp banliyölere itildiler. Nihayet son zamanlarda bu pasiflik azaldı ve daha fazla tepkiler nedenleriyle beraber gelmeye başladı. Örneğin benim mahallemde, insanlar bir şeyler yapabileceklerini söylüyorlar. Ancak esas eylem mal mülk alımı sonrası yapılır. Mülke, kişisel güvenlik şeklindeki bu bakış, nüfus ve mekan arasındaki ilişkide belli bir değişimi gösterir. Bir taraftan bu daha büyük bir ilgi ve uyanıklıktır, diğer taraftan ise bu yer sahibi için onun kendi malı ve neredeyse vazgeçilmezidir. Fakat bu mekanın uygunluğuyla ilgili sorunları çözmez. Bu durum çok çelişkili bir biçimde gelişiyor. İnsan arkadaşlarıyla olan tartışmalarında, çeşitli kuruluşların toplantılarında ve hatta seçimlerde, mahallesiyle konuştuğundan daha çok konuştuğunu fark ediyor. Kente karşı yeni bir ilgi var gibi gözüküyor. Fakat bu durum ne kadar genelleştirilebilir veya ne kadar sürer bilmiyorum. Gerçekten etkili olur mu onu da bilmiyorum çünkü şimdiye kadar baskın güç özel arsa ve mal mülk sahipliği olmuştur ve daha da güçlü olmaya devam edecektir. 

S.F. : Ne zaman biri insanları planlama aşamasına dahil etmeye çalışsa, bir yanda parçalanmış hatta bölünmüş diyebileceğimiz bir günlük gerçeklik, diğer yanda ise yaşamda bilinçli olarak farkına varılmayan fakat kesinlikle etkili olan daha evrensel bir ölçek ve bütünlük arasında bir zıtlıkla karşı karşıya kalıyor. Şehir sakinlerine etkili müdahalenin yöntemlerini nasıl anlatabiliriz? 

H.L. :İnsanların katılım kapasitesi sorusu çok önemlidir. İnsanlar katılmaya teşvik edilmişlerdir. Kendilerini harekete geçirmişlerdir fakat amaçlar ve sonuçlar çok etkili olmamıştır. Ne mülk sistemi değişti ne de güçlerin hiyerarşisi ile olan ilişki değişti. Mekanı toplumun isteklerine göre tasarlama ihtiyacı ve toplu çıkarlarla giderek daha fazla çatışan özel mülk arasında bir çatışma vardır. Kentselleşme dünyada yayılmaya devam ederken, biz bu problemin çözümüne odaklanmalıyız. Çünkü tarımsal üretim için alan ayırtmak gerekse bile ve ilerici çözümlere rağmen (denizlerin dibinde yaşam alanları), dünyadaki insan nüfusu 10 trilyon olduğu zaman, kentsel çözümlere ihtiyaç duyacağız. 

Kent üzerindeki çalışmalar sadece neyin üretildiğini kaydetmekle sınırlı kalamaz. Günümüzde şehir her şeyden öte tarihsel bir modele göre değerlendiriliyor ve şehirlerin oluşumunun başlangıcıyla ilgili tonlarca çalışma var. Ancak gelecekle ilgili çalışmalar çok az ve sınırlı. Bu çok ciddi bir hata. Bu yüzden etrafımızda olan bitene şaşırıyoruz. Kentsel çalışmaları olasılıklara, ihtimallere, geleceğe yöneltmeye çalıştım fakat bu konuda bir direniş var. Mimarlar bile şehrin geleceğinden, şehrin biçiminden ve binalarla anıtlar arasındaki ilişkiden çok neyin inşa edildiğiyle daha fazla ilgileniyorlar. Belli bir şehir formuna kesin olarak karar vermek zordur çünkü bu, yerleşim yerinin yerel yapılandırmasından, sosyal ilişkilerden, evrenselliğe kadar birçok faktöre bağlıdır. 

S.F. : Oluşumdan da öte kentle ilgili bu tarihi çalışmalar, şehrin fikri ve uygulanması, şehir gerçekliğini farklı tarihi zamanların etkileşim içinde olduğu bir yer gibi gösterme özelliğine sahip olmuştur. Bu çalışmalar kalıcı olanların varlığını ortaya çıkararak, değişiklikleri daha iyi kavratıp, şehre eski soyut modelleri uygulamamızı önlemiştir. 

H.L. : Bu çalışmalar şehirlerdeki gelişimin hatlarını ve gelişme şekillerini gösterme özelliğine sahip olmuşlardır. Fakat bu çalışmalarda öngörü yoktur. Gelecek yüzyılda ne olacak? Kentleri düşünecek olursak sürekli bir geçiş aşamasındayız. Bu sadece mimarları ve şehircileri etkilemez, aynı zamanda sosyologları, ekonomistleri, coğrafyacıları; yani şehirle ilgilenen herkesi etkiler. Kişi gelecekle ilgili tahmin yürütebilmelidir. Spekülasyon ve belirsizlik içerdiği için tahminlere fazla prim verilmediği doğrudur, geçmiş başarılarla ilgili çalışmalar için daha fazla bütçe ayrılır. Bu durum şehircilik düşüncesinin yeni doğduğunu gösterir. Bu hala toprağa bağlı bir düşüncedir, izler ve şekiller bırakan tarımsal üretim mantığına bağlı bir düşünce. Kişi bu sosyal mantıkla oluşturulan formlarda düşünmeye devam eder: Şehir değil, toprak. Kişinin zihniyetini, düşünce stilini ve metodunu değiştirmesi yıllar alabilir. 

S.F. : Gelecekle ilgili tahmin yapmayı reddetmek, geleceğin belirsizliğiyle karşılaştığında, insanın hep yaptığı gibi geçmişi o ana taşıyıp durumu kurtarmaya çalıştığı bir toplumsal kriz durumuna uymuyor mu? Bu biraz da post modern görüşe girmiyor mu? 

H.L.: Bu aynı zamanda bir uygulama, düşünce ve sosyal felsefe sorunudur. Fakat bunu sadece dile getiremeyiz, olasılıkları araştırmalıyız. Bu bana hem krizin getirdiği bir ihtiyaç hem de bu krizin kendisinden bir çıkışmış gibi geliyor. Bu, korkunç bir durum olmasına rağmen bazen yeni araştırmaları ve gelişmeleri teşvik edebilir. Bütün çatışma ve sarsıntılarda yeni fikirlerin oluşumunu göreceğimize inanıyorum. Özellikle de, bence, yaratmaya ve keşfe açık gözüken kentsel düşünce alanında. Üstelik bir kavram olarak şehir krizdeki bir gerçekliği tanımlıyor. 

Çünkü eğer bir temsil etme krizi varsa, unutmamalıyız ki temsil edilen de krizdedir ve değişiyordur. Yarının şehri ne olacak? Bu çok büyük bir soru. Merkeziyet sorusunu ele alalım. Hiyerarşik bir sistemin sürdürülmesine mi tanık olacağız yoksa tam tersine merkezin dağılmasına, merkezlerin çoğalmasına doğru mu yol alıyoruz? Kim neye karar veriyor? Eğer Fransa’yı düşünürsek, valiler ve genel konseyler arasında ayrılıklar vardır fakat bölgeler ve devlet güçlü kalır. 

Bu merkezlerin manevraları için nasıl bir alan olacak? Toplumumuz bizim düşündüğümüzden daha hızlı ve ciddi bir şekilde değişiyor ve finanssal üretim veya evrenselleşmeyle ilgili şehir sorunları, en temel sorunların bir parçasıdır. 

S.F.: Şehir bunalımı bizi, şehrin modern akımdan alınan ve sonradan genelleştirilen belli kavramlarla olan - seri konut üretimi, mantık ve bölgecilik- birliğini sorgulamaya itti. Şehirsel alan, anıtsallık ve özellikle toplumsal alan hiyerarşisi yoluyla, ana etkileşim yeri olarak şehirlerin karmaşasını yeniden keşfettik.

H.L.: Tabii ki! Bu olağanüstü. Bu özellikle burjuva sınıfının ideolojik hakimiyeti. Onlar hakimiyeti ele aldığında, ana uğraşları mal-mülktü. Arsa ve alan sahipleriydiler ve bu ideolojilerinde belirtilmişti. Fakat günümüzde, toplum sadece mal-mülk açısından değerlendirilemez. Şehrin özerk bir gerçekliği vardır. Kendine ait bir hayatı vardır, kendi başına bir varlıktır, arsa veya alan dağıtımına indirgenemez. Cadde, meydan, buluşma noktaları… Bütün bu öğelerle geleneksel olarak adlandırabileceğimiz şehir yaşamı son yıllarda yeniden keşfedildi. Bunların hepsi geri geliyor fakat bu gelenekler bozulduğu için birtakım zorluklar var. Biz de geleneklere bağlı kalmamalıyız, yeni şeyler üretmeliyiz. Ve tabii ki bu bir gün de olamaz. Eski Roma’yı inşa etmek yüzyıllar aldı! Kimse şehir yaşamını, reddedemez veya görmezden gelemez. Sadece akıntıya kapılıp gidiyor olmamız bile buna bir örnek, hali hazırda kurulu bir çevrede, yapılanları takip ediyoruz. Bu da geleceğe yönelik bir düşünceye olan ihtiyacı gösterir. 

S.F.: Günümüzde mimarlar ve şehirciler projelerinde gitgide simgesel mesajların taşıyıcıları konumuna geliyorlar. Duruma göre tarihsel, teknolojik veya kavramsal fikirler veren bir izlenim bırakmaya çalışıyorlar. Maalesef, talep de, buna kamu sektörü dahil, aynı yolu izliyor. Bu mekansal uygulamadaki “hayalcilik” ve “halüsinasyonlar” bahsettiğiniz şehir yaşamının kurulmasına pek yardımcı olmuyor.

H.L.: Mekan konusunda çalışmalar henüz son dönemde başladı. Bu çok gelişmemiş bir alan, özellikle de evrensel açıdan bakarsak. Avrupa, Çin veya Amerika kentlerine bakın, hepsinin değişik özellikleri vardır. Los Angeles, Roma’yla aynı şekilde gelişmez. Şehir bilimi birleşme sürecinde yatar ve neredeyse hareketsizdir. Bunun gittikçe daha da önemli olmasını çok arzu ediyorum. Böylece politik, idari ve ekonomik otoriteler herhangi bir şeyi, herhangi bir yolla, herhangi bir yere yapmaktansa, bu bilgiden faydalanırlar. Karikatürize ediyorum ama durum biraz böyle. Banliyölerdeki düzensizliğe bir bakın, altüst olan bizim toplumumuz. Bir tarafta merkeziyet, diğer tarafta kargaşa. Bu yeterince üstünde durulmamış bir ikilem. Biri toplumun çelişkilerini anlatmaya başlıyor fakat şehrin çelişkilerini yeterince anlatmıyor. 

S.F.: Çelişki, şehrin ayrılmaz bir parçası, şehri şehir yapan parçalar bile çelişkili. Örneğin banliyö yollarını ele alalım. Pek çoğunda, bunlar aynı zamanda yerel ve ulusal rotalar ve caddelerdir. Rota / yol çelişkisine önem vermeme, sorunu görmezden gelme veya sorunun bir kısmından kurtulma planları ve şehir hayatının zenginliğine cevap vermeme, durumu içinden çıkılmaz bir hale sokar. 

H.L.: Şehir hayatının zorluklarına ve zenginliğine ışık tutmaya çalıştım. Bunlar biliniyordu ama belli belirsiz ve sadece tarihsel olayların ışığı altında (tarihi kent: Ancien rejimi altında Paris veya Devrim). Ben özellikle şehrin günlük zenginliğinin boyutlarını göstermek istedim. Bunu başarabildim mi bilmiyorum, bu önemli bir iş. Bu, düşünceyi merkezden ayırma ve yeniden merkeze koyma işleminin bir parçası ve kendine yeni yerler bulmalı, yeni çıkarım ve yapım metotları bulunmalı. 

S.F.: Bu çalışma, zaman gibi eski problemler üzerinde uğraşmayı gerektiriyor mu? 

H.L.: Evet. Burada insan, bizimle aynı zaman kavramına sahip olmayan tarihi veya Yunan kentinin sorunlarını buluyor. Bizim fikrimiz özellikle şehirlerin etrafında konumlandırılan endüstriyle ilgili. Eğer şehrimiz emekliler için sadece bir sığınak, turistler ve entelektüeller için ise sadece soyutlamalarla dolu olursa, bu bir felaket olur. Bugün şehri tehdit eden, üretimin sona ermesidir. Geriye kalan soru, şehirde boş zamanların kullanımıyla ilgili. Bu insanların yaratıcılığına kalır. Kimse zamanı nasıl değerlendireceğine ilişkin bir tablo çizemez. Toplumsal bir faaliyette bitmek bilmeden çoğalırlar. Çok fazla özgürlük lafı var ama bu soyut kalıyor. Özgürlük her vatandaş için şehirde -terk edilmiş, ıssız bir yerde değil- maksimum düzeyde olanak demektir. Sanat, bilgi ve yaşananlar düşünülünce boş zaman çok verimli ve üretken olabilir. Bu, imkanların çokluğuyla ortaya çıkan ve kişilerin yeteneklerinin onların kendi dönemlerine göre değerlendirildiği hassas bir konudur. Üretken zaman ve boş zaman arasında yaptığımız ayrım çok belirgindir. 

S.F.: Bilgiyi oluşturma ve şehrin savoir faire’inde ne gibi problemler görüyorsunuz? 

H.L.: Genel olarak bakınca, üniversitelerde şehirlerle ilgili sorunlara ne kadar az önem verdiklerini görüp şaşırıyorum. Şehirciliğe ayrılan kadro çok sınırlı. Paris’te sadece birkaç tane profesör var, vilayetlerde ise bundan bile az. Geleneksel öğretimle karşılaştırılınca bu hiçbir şey değil. Fakat bu konu daha önemli bir sorunla ilgili. Bu, sadece kültürle ilgili bir sorun değil, faaliyetle, verimlilikle, uyumlulukla ve modern dünyayı kavramakla da ilgili. Üniversitedeyken, şehir sorunlarını eğitime dahil etmeye çalıştım. Çoğu zaman aldığım cevap bunun mimarlık okullarının konusu olduğuydu. Şehirle ilgili sorunları bir kenara atan sosyoloji ve tarih dersleri ise saçma görünüyor. Sanki onların özünü yok ediyorlar.

Maalesef, bu durum çok değişmedi ve kentsel araştırmalar için sağlanan kaynaklar minimum düzeyde. Sanki bir gelenek döngüsündeymiş gibi, bilgi geleceğe yönelik değil. Bu toplumun, medeniyetin, bilincin ve bilginin uyumu: ya geleneksel ya da gelecekle ilgili bir araştırma. 

Çeviri: Ekin Balabanlılar

Henry Lefebvre (1996); Writings On Cities, Blackwell.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Türkiye Kentlerinde El Koyarak Birikim

Yusuf Ekici 2008 yılında  ortaya çıkan kapitalist krizin etkileri gün geçtikçe artıyor.  Krizin ortaya çıktığı dönemde, Türkiye’de yet...