Yusuf Ekici

Bu yazıyı kaleme almamdaki amaç, geçtiğimiz günlerde hükümet
tarafından “3194 sayılı İmar Kanunu’nda yapılması öngörülen değişikliğin
kentsel mekânı bekleyen olası etkileri üzerine yapılan tartışmaya
katkıda bulunmak. Kanunda yapılması öngörülen değişiklik incelendiğinde
önümüzdeki dönemlerde de kentsel mekânda metalaşma ve el koyma
süreçlerine ilişkin yeni “yasal” dayanaklarının kurgulanmaya
çalışıldığı görülecektir. Konuya ilişkin Ümit Akçay, yasa taslağında yer
alan “İmar Hakkı Transferi (İHT)”, sisteminin kentsel mekânın
metalaşmasının derinleşmesi ve finansal sistem ile bütünleşmesine
ilişkin önemli bir katkıda bulundu[2]. Ümit Akçay’ın bıraktığı yerden
tartışmayı devam ettirmek adına, bazı temel başlıklara değinmekte ve
kent planlama pratiklerine ilişkin yeni tartışma alanları açmakta fayda
var.
Özellikle 3 Kasım 2002 tarihinden sonra AKP hükümeti, ülkenin
“planlı” gelişimini sağlamak amacıyla, kamusal ve doğal kaynakları
metalaştıran, bu kaynaklara sermaye ile ortak bir şekilde el koyan
yönelik çok sayıda icraatta bulundu[3]. Başta TMMOB olmak üzere birçok
kurum/kuruluş, mevcut imar planları ve mevzuatı bir bütün hâlinde
büyümenin önünde “akıl dışı” engel olarak gördü. Mevcut hâliyle bile,
oldukça sıkıntılı bir içeriğe sahip bulunan imar mevzuatında yer alan
kamusal kaynakların sınırlandırılmasına ilişkin bazı temel ifadeler dahi
engel olarak görüldü. Esası itibariyle yapılan yasa değişikliklerinin
büyük bir çoğunluğu, sermayenin mekânsal müdahalesinin dayanağını
oluşturmak amacıyla yapılmaktadır. Fakat yapılan yasal düzenlemeler,
sermayenin büyüme hırsı nedeniyle kısa sürede anlamını yitirmesine neden
olmaktadır. Örnek vermek gerekirse İstanbul 3. Havalimanı projesi için
yaşanan süreç mevcut hukuk düzenin bile tanınmadığını
göstermektedir[4].
Planlama kavramı, bilimsel olarak kamu yararı kavramı ile beraber
düşünüldüğünde toplumsal ihtiyaçların giderilmesinde oldukça önemli
niteliğe sahiptir. Ancak özellikle neoliberal politikaların 2000’li
yıllar itibariyle kentsel mekân ile kurduğu ilişki dikkate alındığında,
kamu yararı tanımının oldukça değişkenlik gösterdiği rahatlıkla
gözlenebilir.
Sermayenin mekânsal hareketliliği önündeki engelleri aşmak için yakın dönemde Resmi Gazete’de yayımlanan Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği
ile inşaat sektörü ve arazi rantı üzerinde temellendirilen ekonomi
politikalarının uygulanmasında ve rantın dağıtımında planlama kurumunun
araçsal rolü bir kez daha ilan edildi. Devlet ve sermayenin ortak aklı
ile hazırlanan her yasal düzenleme, bütüncül planlama yerine projeci bir
yaklaşımı kentlere dayatmakta ve parsel bazında kentsel müdahaleyi meşrulaştırmaktadır.
Yapılan düzenlemeler, genellikle yürürlükte bulunan mevzuat ile
çelişkili bir içeriğe sahiptir. Kanun ve yönetmeliklerin birbirleriyle
uyumlu olması ve muğlak ifadeler yerine net olarak ifade edilmiş
hükümlerin bulunması gerekmektedir. Özellikle son on yıldır yapılan
hukuksal düzenlemelerin büyük bir çoğunluğunda, merkezileşmeyi dayatan
çelişkili ve muğlak ifadelerin yoğun bir şekilde yer aldığı
gözlenebilir. Söz konusu muğlaklık bilinçli bir şekilde yapılmakta olup,
esasında sermayenin mekânsal müdahalesini kolaylaştırmaktadır.[5] Bu
muğlaklık; kentlerin ortasına adeta bir hançer gibi saplanan büyük
ölçekli projelerin yaygınlaşmasına, kamusal kullanımların (Eğitim Alanı,
Park Alanı, Kültürel Alan vb.) piyasa mekanizmasına dâhil edilmesine ve
planlamanın içeriksizleştirilerek toplumsal sınıfların mekân
aracılığıyla yeniden üretilmesine neden olmaktadır.
Demokratikleşme kavramını dilinden düşürmeyen iktidar erki, yaptığı
her hukuksal düzenleme ile kavramın altını iyice oymaktadır. Ayrıca
kentsel mekânda sermayenin önünde engel oluşturabilecek, keza yeri
geldiği zaman burjuva hukuk düzenin temel düzenlemeleri bile yok
sayılabilmektedir. Örneğin Anayasanın 35. maddesinde Mülkiyet Hakkı “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.”[6] şeklinde tanınmaktadır. Oysa Afet Riski
Altındaki Kanun kapsamında yapılacak kentsel bir müdahalede hak
sahiplerinin 1/3’ü uzlaşmasa bile yıkım işlemleri başlayabilmektedir. Bu
durum burjuva liberal düzenin en temel ilkesi olan “mülkiyet hakkı” ile
doğrudan çelişmektedir. Benzer bir örnek vermek gerekirse Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı‘nı
kabul etmesine rağmen, çok sayıda aykırı düzenleme yapabilmektedir.
Özellikle kentsel mekâna dair yapılan düzenlemelerde (örneğin, 644-648
Sayılı KHK, Mekânsal Plan Yapım Yönetmeliği, Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği
vb), yerel yönetimlerin planlama ve onama yetkileri törpülenmiş, ilçe
belediyeleri işlevsizleştirilmiş ve bakanlık, gerektiğinde parsel
bazında plan değişikliği yapma ve ruhsat verme gibi işlemler ile
sermayenin mekânsal hareketliliğini hızlandıracak bir mekanizmaya sahip
olmuştur.
644 sayılı KHK ile Bakanlığın plan onama yetkileri genişletilmiştir.
Bu genişletilmenin temel nedeni ise merkezi ve yerel yönetimlerin
farklı partilerce temsil edildiği kentlerde, merkezi yönetim eliyle
sermayenin mekânsal müdahalesini kolaylaştırmaktır. Merkezi idare,
hukuksal düzenlemeler aracılığıyla, özellikle kendisiyle çatışan
yerellikler üzerinde adeta Demokles’in kılıcı gibi kendisini her
fırsatta hissettirmektedir.
Özellikle 2000’li yılların başından itibaren hukuksal düzenlemeler
aracılığıyla yapılan plan değişiklikleri, bütünsel bir planlamanın önüne
geçmiş ve büyük emekler sonucu hazırlanmış bütünsel planlar, plan
değişiklikleri aracılığıyla işlevsiz bir hâle dönüştürülmüştür. Örneğin
2009 yılında onaylanan 1/100000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı,
çok kısa süre içerisinde plan değişiklikleri ve büyük ölçekli projeler
(3. Havaalanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul vb.) aracılığıyla hükümsüz hâle
getirilmiştir.
“Planlama” kavramı yerine “proje” kavramını kendine kıble edinmiş
akıl sayesinde, zaten sıkıntılı olan kentleşme süreci iyiden iyiye
karmaşık bir hâl alacaktır. Son olarak 3194 sayılı İmar Kanunu
ve bazı KHK’lerde değişiklik yapılmasına ilişkin taslak kamuoyu ile
paylaşıldı. Söz konusu taslakta, daha önceki düzenlemeler ile öz
açısından herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.
Tasarıya göre, plan değişikliği yoluyla elde edilecek değer artışından kamuya pay verilmesi hedeflenmektedir. Taslakta “İmar
planı değişikliği ile değer artışı sağlayan bir kullanım kararı
getirilmesi veya yapı yoğunluğunun artırılması hâlinde, toplamda ikinci
fıkrada sayılan oranı geçmemek üzere ilave düzenleme ortaklık payı alınabilir. Parselin üzerindeki mevcut yapılar nedeniyle alınamayan düzenleme ortaklık payı miktarı bedele dönüştürülebilir”
şeklinde bir hüküm yer almaktadır. İlk bakışta, “kamuya pay verilmesi”
iyi bir düzenleme gibi düşünülebilir. Ancak tasarıda plan
değişiklikleri ile değer artışı arasında ilişki kurulması, taslağın esas
niyetini ortaya sermektedir. Yoğunluk artışı sağlayacak her plan
değişikliğinden “kamuya” pay verildiği takdirde, yürürlükte bulunan üst
ölçekli plan kararları, gerçek anlamda kamu yararı ve bütünsel
planlamayı iyiden iyiye içeriksizleştirilecektir. Birçok alanda parsel
büyüklükleri dikkate alındığında, ilave düzenleme ortaklık payı
alınamayacağı, yoğunluk artışının sağlanabilmesi amacıyla “planlama”
aracılığıyla rüşvetin meşrulaştırılmasına neden olacaktır.
Taslağa göre, plan değişikliği aracılığıyla elde edilecek değer artışının hangi tür kamusal yatırımlarda kullanılacağı belirsiz bırakılmıştır.
Ama bizler biliyoruz ki, plan değişikliği ile elde edilecek değer
artışı “Ak Saray” vb. sözde kamusal yatırımların ayakta kalmasını
sağlayacaktır (Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan kentsel müdahalelere
ilişkin onca mahkeme kararına rağmen uygulamayı sahiplenerek burjuva
hukuk düzeninin yasalarını bile hiçe sayılabilmektedir). Taslakta plan
değişikliği aracılığıyla elde edilecek değer artışlarının denetimi ve
kullanılacak alanların belirsiz bırakılması, her yerelliğin kendi
inisiyatifiyle plansızlığı örgütlemesine olanak sağlayacaktır.
Tasarının özünde sıkça “imar hakkı” ve “değerleme” kavramları
vurgulanmaktadır. Bütünsel planlama süreçleri, değer yaratımı
süreçlerini kesintiye uğrattığından parsel bazında yapılacak noktasal
müdahalelerin önü açılmaktadır. İmar hakkı transferi yöntemiyle, devlet
ve sermayenin ortak bir şekilde kentsel taşınmazlara el koyması
sağlanacaktır[7]. Türkiye’de kapitalist devlet kentsel ve doğal müşterek
kaynaklara (sermaye lehine) el koyan, bu kaynakları metalaştırarak
sermaye birikiminin emrine sokan başat bir aktör rolüne
soyunmaktadır[8].
İmar hakkı transferi ile kapitalist kentleşmenin güçlü aktörleri
mekanı sermaye birikimi için (Lefebvre’in tabiriyle) soyutlaştıran,
piyasada değişime sokulan bir meta haline getiren yeni bir mekanizma
kurgulamaktadır. Mülkiyet sahiplerine verilecek sertifika sayesinde,
kentsel ve bölgesel ölçekte imar transferi sayesinde sermayenin hızlı
bir şekilde yeniden üretimi sağlanacaktır. Bu yöntem, aynı zamanda kent
merkezinde yer alan “çöküntü (rantı yüksek)” diye lanse edilen alanlara,
hızlı bir şekilde devlet aracılığıyla el konulmasını
kolaylaştıracaktır. Böylece, özellikle merkezde yer alan fakat şu ana
kadar kimi mevcut yasal düzenlemelerden kaynaklı dokunulamayan kültür
varlıkları temel hedef hâline gelecektir.
Sonuç
2000’li yılların başından itibaren neoliberal politikalar
aracılığıyla, sermayenin kentsel mekâna olan ilgisi giderek artmaya
başladı. Mekân; değer yaratım süreçlerinde temel araçların başında
gelmeye başlamış, mekânın sermaye birikimi ile kurduğu bağ daha sıkı bir
hâl almıştır. Bu durum, kentsel mekânın metalaşma ve el koyma süreçlerine maruz kalışını derinleştirmektedir.
Sermayenin yayılması ile birlikte, mekânın niteliğine bakmaksızın,
müşterek niteliklere sahip kentsel ve kırsal kaynaklar hızla
metalaştırılmakta, bu kaynaklara devlet ve sermaye ortaklığıyla el
konulmaktadır.
2000 sonrası çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler, Kamulaştırma
Yasası (özellikle Acele Kamulaştırma ile ilgili 27. Madde uygulamaları),
Bütünşehir Yasası, Afet Yasası, Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği,
Zeytincilik Yasası, Orman Yasası ve bu yasalara ilişkin gündemde olan
yasa tasarıları metalaşma ve el koyma süreçlerinin hukuksal dayanağının
oluşturulmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Bundan dolayıdır
ki yapılan her yasal düzenleme, kentleşme sürecinin kuralsız ve
kimliksiz bir şekilde büyümesine zemin hazırlamaktadır.
Büyük ölçekli projelerin gerçek anlamda kamuya bir katkısı var mıdır?
Büyük ölçekli projeler doğal varlıkların talanına (örneğin Kuzey
Ormanları) ve tarihsel değerlerin, kolektif belleğin yok edilmesine
(Gezi Parkı Taşkışla Projesi, Atatürk Orman Çiftliği… vd) neden
olmaktadır. Bu projelerle siyasi iktidar bir yandan ideolojik gücünü
mekan üretimi ve denetimi aracılığıyla hakim kılmaya çalışmakta, diğer
yandan kapitalist sınıfların el koyduğu kentsel artı değerin üretimine
hız verecek mekanizmaları kolaylaştırmaktadır.
Yasal düzenlemeler her ne kadar sermayenin önünü açmak amacıyla
yapılmış olsa da kısa süre sonra, mevcut yasal düzenlemeler sermaye
birikimi için engel oluşturabilmekte ve yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç
duyulmaktadır. Sürece bir bütün olarak bakıldığında, sermayenin krizden
“çıkmak” uğruna mekân ile kurduğu her ilişki, esasında ilerlediği yolda
ne zaman patlayacağı belli olmayan sınıfsal gerilimlerin zeminini
hazırlamaktadır.
[1]Ekonomik göstergeler için bknz: Özgür Öztürk, Küresel Krizin Neresindeyiz?, DİSK-AR 3.Sayı
[2]Ümit Akçay: İmar Hakkı Transferi: Kentsel Mekânın
Finansallaştırılması http://baslangicdergi.org/imar-hakki
transferi-kentsel-mekanin-finansallastirilmasi-umit-akcay/
[3]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://mulksuzlestirme.org/, http://www.direncevre.org/
[4]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.mimarist.org/odadan/4000-3-havalimani-na-iliskin-basin-toplantisi-yapildi.html
[5] Yasal çerçevelerdeki muğlaklığın sermayenin mekansal müdahalelerini nasıl kolaylaştırdığına dair bknz: Kuyucu, T. (2014) Hukuk, Mülkiyet ve Muğlaklık: İstanbul’un Kayıt Dışı Yerleşimlerinin Yeniden Yapılandırılmasında Hukuki Belirsizliğin Kullanımları ve İstismarı, Yeni İstanbul Çalışmaları içinde, s: 71-91, Metis Yayınları İstanbul.
[6] 1982 Anayasasında Mülkiyet Hakkı için bkz: http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm
[7] Ayrıntılı bilgi için bk. David Harvey, “Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim, Praksis (11.sayı).
[8] Devletin kentsel ve doğal müşterek kaynaklara el koyma politikasının öncü aktörü haline gelişini “kentsel kriz” olgusuyla ilişkili değerlendiren bir makale için bknz: Bayırbağ, M. & Penpecioğlu M. (2013) Neoliberal Kent ve Görünmeyen Kriz: Kriz Denetimi Stratejilerinin Peçesini İndirmek, 4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Sempozyumu Bildiri Kitabı, s: 131-149.
[3]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://mulksuzlestirme.org/, http://www.direncevre.org/
[4]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.mimarist.org/odadan/4000-3-havalimani-na-iliskin-basin-toplantisi-yapildi.html
[5] Yasal çerçevelerdeki muğlaklığın sermayenin mekansal müdahalelerini nasıl kolaylaştırdığına dair bknz: Kuyucu, T. (2014) Hukuk, Mülkiyet ve Muğlaklık: İstanbul’un Kayıt Dışı Yerleşimlerinin Yeniden Yapılandırılmasında Hukuki Belirsizliğin Kullanımları ve İstismarı, Yeni İstanbul Çalışmaları içinde, s: 71-91, Metis Yayınları İstanbul.
[6] 1982 Anayasasında Mülkiyet Hakkı için bkz: http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm
[7] Ayrıntılı bilgi için bk. David Harvey, “Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim, Praksis (11.sayı).
[8] Devletin kentsel ve doğal müşterek kaynaklara el koyma politikasının öncü aktörü haline gelişini “kentsel kriz” olgusuyla ilişkili değerlendiren bir makale için bknz: Bayırbağ, M. & Penpecioğlu M. (2013) Neoliberal Kent ve Görünmeyen Kriz: Kriz Denetimi Stratejilerinin Peçesini İndirmek, 4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Sempozyumu Bildiri Kitabı, s: 131-149.