10 Ocak 2015 Cumartesi

Türkiye Kentlerinde El Koyarak Birikim

Yusuf Ekici

2008 yılında  ortaya çıkan kapitalist krizin etkileri gün geçtikçe artıyor.  Krizin ortaya çıktığı dönemde, Türkiye’de yetkili merciler tarafından “Hamdolsun teğet geçti, bakın şu kadar konut, şu kadar km otoyol, köprü, okul, hastane yapıyoruz.” gibi açıklamaları ile pembe bir tablo çizilmeye çalışıldı. Özellikle 2008 yılı sonrası ekonomik göstergeler dikkate alındığında, tablonun pek de parlak olmadığı görülüyor.[1]

Bu yazıyı kaleme almamdaki amaç, geçtiğimiz günlerde hükümet tarafından “3194 sayılı İmar Kanunu’nda yapılması öngörülen değişikliğin kentsel mekânı bekleyen olası etkileri üzerine yapılan tartışmaya katkıda bulunmak. Kanunda yapılması öngörülen değişiklik incelendiğinde önümüzdeki dönemlerde de kentsel mekânda metalaşma ve el koyma süreçlerine ilişkin yeni “yasal” dayanaklarının kurgulanmaya çalışıldığı görülecektir. Konuya ilişkin Ümit Akçay, yasa taslağında yer alan “İmar Hakkı Transferi (İHT)”, sisteminin kentsel mekânın metalaşmasının derinleşmesi ve finansal sistem ile bütünleşmesine ilişkin önemli bir katkıda bulundu[2]. Ümit Akçay’ın bıraktığı yerden tartışmayı devam ettirmek adına, bazı temel başlıklara değinmekte ve kent planlama pratiklerine ilişkin yeni tartışma alanları açmakta fayda var.

Özellikle 3 Kasım 2002 tarihinden sonra AKP hükümeti, ülkenin “planlı” gelişimini sağlamak amacıyla, kamusal ve doğal kaynakları metalaştıran, bu kaynaklara sermaye ile ortak bir şekilde el koyan yönelik çok sayıda icraatta bulundu[3]. Başta TMMOB olmak üzere birçok kurum/kuruluş, mevcut imar planları ve mevzuatı bir bütün hâlinde büyümenin önünde  “akıl dışı” engel olarak gördü.  Mevcut hâliyle bile, oldukça sıkıntılı bir içeriğe sahip bulunan imar mevzuatında yer alan kamusal kaynakların sınırlandırılmasına ilişkin bazı temel ifadeler dahi engel olarak görüldü. Esası itibariyle yapılan yasa değişikliklerinin büyük bir çoğunluğu, sermayenin mekânsal müdahalesinin dayanağını oluşturmak amacıyla yapılmaktadır.  Fakat yapılan yasal düzenlemeler, sermayenin büyüme hırsı nedeniyle kısa sürede anlamını yitirmesine neden olmaktadır. Örnek vermek gerekirse İstanbul 3. Havalimanı projesi için yaşanan süreç  mevcut hukuk düzenin bile tanınmadığını göstermektedir[4].

Planlama kavramı, bilimsel olarak kamu yararı kavramı ile beraber düşünüldüğünde toplumsal ihtiyaçların giderilmesinde oldukça önemli niteliğe sahiptir. Ancak özellikle neoliberal politikaların 2000’li yıllar itibariyle kentsel mekân ile kurduğu ilişki dikkate alındığında, kamu yararı tanımının oldukça değişkenlik gösterdiği rahatlıkla gözlenebilir.

Sermayenin mekânsal hareketliliği önündeki engelleri aşmak için yakın dönemde Resmi Gazete’de yayımlanan Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği ile inşaat sektörü ve arazi rantı üzerinde temellendirilen ekonomi politikalarının uygulanmasında ve rantın dağıtımında planlama kurumunun araçsal rolü bir kez daha ilan edildi.  Devlet ve sermayenin ortak aklı ile hazırlanan her yasal düzenleme, bütüncül planlama yerine projeci bir yaklaşımı kentlere dayatmakta ve parsel bazında kentsel müdahaleyi meşrulaştırmaktadır.

Yapılan düzenlemeler, genellikle yürürlükte bulunan mevzuat ile çelişkili bir içeriğe sahiptir.  Kanun ve yönetmeliklerin birbirleriyle uyumlu olması ve muğlak ifadeler yerine net olarak ifade edilmiş hükümlerin bulunması gerekmektedir. Özellikle son on yıldır yapılan hukuksal düzenlemelerin büyük bir çoğunluğunda, merkezileşmeyi dayatan çelişkili ve muğlak ifadelerin yoğun bir şekilde yer aldığı gözlenebilir. Söz konusu muğlaklık bilinçli bir şekilde yapılmakta olup, esasında sermayenin mekânsal müdahalesini kolaylaştırmaktadır.[5] Bu muğlaklık; kentlerin ortasına adeta bir hançer gibi saplanan büyük ölçekli projelerin yaygınlaşmasına, kamusal kullanımların (Eğitim Alanı, Park Alanı, Kültürel Alan vb.) piyasa mekanizmasına dâhil edilmesine ve planlamanın içeriksizleştirilerek toplumsal sınıfların mekân aracılığıyla yeniden üretilmesine neden olmaktadır.

Demokratikleşme kavramını dilinden düşürmeyen iktidar erki, yaptığı her hukuksal düzenleme ile kavramın altını iyice oymaktadır. Ayrıca kentsel mekânda sermayenin önünde engel oluşturabilecek, keza yeri geldiği zaman burjuva hukuk düzenin temel düzenlemeleri bile yok sayılabilmektedir.  Örneğin Anayasanın 35. maddesinde Mülkiyet Hakkı “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”[6] şeklinde tanınmaktadır. Oysa Afet Riski Altındaki Kanun kapsamında yapılacak kentsel bir müdahalede hak sahiplerinin 1/3’ü uzlaşmasa bile yıkım işlemleri başlayabilmektedir. Bu durum burjuva liberal düzenin en temel ilkesi olan “mülkiyet hakkı” ile doğrudan çelişmektedir. Benzer bir örnek vermek gerekirse Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı‘nı kabul etmesine rağmen, çok sayıda aykırı düzenleme yapabilmektedir. Özellikle kentsel mekâna dair yapılan düzenlemelerde (örneğin, 644-648 Sayılı KHK, Mekânsal Plan Yapım Yönetmeliği, Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği vb), yerel yönetimlerin planlama ve onama yetkileri törpülenmiş, ilçe belediyeleri işlevsizleştirilmiş ve bakanlık, gerektiğinde parsel bazında plan değişikliği yapma ve ruhsat verme gibi işlemler ile sermayenin mekânsal hareketliliğini hızlandıracak bir mekanizmaya sahip olmuştur.

644 sayılı KHK ile Bakanlığın plan onama yetkileri genişletilmiştir.  Bu genişletilmenin temel nedeni ise merkezi ve yerel yönetimlerin farklı partilerce temsil edildiği kentlerde, merkezi yönetim eliyle sermayenin mekânsal müdahalesini kolaylaştırmaktır. Merkezi idare, hukuksal düzenlemeler aracılığıyla, özellikle kendisiyle çatışan yerellikler üzerinde adeta Demokles’in kılıcı gibi kendisini her fırsatta hissettirmektedir.

Özellikle 2000’li yılların başından itibaren hukuksal düzenlemeler aracılığıyla yapılan plan değişiklikleri, bütünsel bir planlamanın önüne geçmiş ve büyük emekler sonucu hazırlanmış bütünsel planlar, plan değişiklikleri aracılığıyla işlevsiz bir hâle dönüştürülmüştür. Örneğin 2009 yılında onaylanan 1/100000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı,  çok kısa süre içerisinde plan değişiklikleri ve büyük ölçekli projeler (3. Havaalanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul vb.)  aracılığıyla hükümsüz hâle getirilmiştir.

“Planlama” kavramı yerine “proje” kavramını kendine kıble edinmiş akıl sayesinde, zaten sıkıntılı olan kentleşme süreci iyiden iyiye karmaşık bir hâl alacaktır. Son olarak 3194 sayılı İmar Kanunu ve bazı KHK’lerde değişiklik yapılmasına ilişkin taslak kamuoyu ile paylaşıldı.  Söz konusu taslakta, daha önceki düzenlemeler ile öz açısından herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

Tasarıya göre, plan değişikliği yoluyla elde edilecek değer artışından kamuya pay verilmesi hedeflenmektedir. Taslakta “İmar planı değişikliği ile değer artışı sağlayan bir kullanım kararı getirilmesi veya yapı yoğunluğunun artırılması hâlinde, toplamda ikinci fıkrada sayılan oranı geçmemek üzere ilave düzenleme ortaklık payı alınabilir. Parselin üzerindeki mevcut yapılar nedeniyle alınamayan düzenleme ortaklık payı miktarı bedele dönüştürülebilir” şeklinde bir hüküm yer almaktadır. İlk bakışta, “kamuya pay verilmesi” iyi bir düzenleme gibi düşünülebilir.  Ancak tasarıda plan değişiklikleri ile değer artışı arasında ilişki kurulması, taslağın esas niyetini ortaya sermektedir. Yoğunluk artışı sağlayacak her plan değişikliğinden “kamuya” pay verildiği takdirde, yürürlükte bulunan üst ölçekli plan kararları, gerçek anlamda kamu yararı ve bütünsel planlamayı iyiden iyiye içeriksizleştirilecektir. Birçok alanda parsel büyüklükleri dikkate alındığında, ilave düzenleme ortaklık payı alınamayacağı, yoğunluk artışının sağlanabilmesi amacıyla “planlama” aracılığıyla rüşvetin meşrulaştırılmasına neden olacaktır.

Taslağa göre, plan değişikliği aracılığıyla elde edilecek değer artışının hangi tür kamusal yatırımlarda kullanılacağı belirsiz bırakılmıştır.  Ama bizler biliyoruz ki, plan değişikliği ile elde edilecek değer artışı “Ak Saray” vb. sözde kamusal yatırımların ayakta kalmasını sağlayacaktır (Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan kentsel müdahalelere ilişkin onca mahkeme kararına rağmen uygulamayı sahiplenerek burjuva hukuk düzeninin yasalarını bile hiçe sayılabilmektedir). Taslakta plan değişikliği aracılığıyla elde edilecek değer artışlarının denetimi ve kullanılacak alanların belirsiz bırakılması, her yerelliğin kendi inisiyatifiyle plansızlığı örgütlemesine olanak sağlayacaktır.

Tasarının özünde sıkça “imar hakkı” ve “değerleme” kavramları vurgulanmaktadır.  Bütünsel planlama süreçleri, değer yaratımı süreçlerini kesintiye uğrattığından parsel bazında yapılacak noktasal müdahalelerin önü açılmaktadır. İmar hakkı transferi yöntemiyle, devlet ve sermayenin ortak bir şekilde kentsel taşınmazlara el koyması sağlanacaktır[7]. Türkiye’de kapitalist devlet kentsel ve doğal müşterek kaynaklara (sermaye lehine) el koyan, bu kaynakları metalaştırarak sermaye birikiminin emrine sokan başat bir aktör rolüne soyunmaktadır[8].

İmar hakkı transferi ile kapitalist kentleşmenin güçlü aktörleri mekanı sermaye birikimi için (Lefebvre’in tabiriyle) soyutlaştıran, piyasada değişime sokulan bir meta haline getiren yeni bir mekanizma kurgulamaktadır. Mülkiyet sahiplerine verilecek sertifika sayesinde, kentsel ve bölgesel ölçekte imar transferi sayesinde sermayenin hızlı bir şekilde yeniden üretimi sağlanacaktır. Bu yöntem, aynı zamanda kent merkezinde yer alan “çöküntü (rantı yüksek)” diye lanse edilen alanlara, hızlı bir şekilde devlet aracılığıyla el konulmasını kolaylaştıracaktır.  Böylece, özellikle merkezde yer alan fakat şu ana kadar kimi mevcut yasal düzenlemelerden kaynaklı dokunulamayan kültür varlıkları temel hedef hâline gelecektir.

Sonuç
2000’li yılların başından itibaren neoliberal politikalar aracılığıyla, sermayenin kentsel mekâna olan ilgisi giderek artmaya başladı.  Mekân; değer yaratım süreçlerinde temel araçların başında gelmeye başlamış, mekânın sermaye birikimi ile kurduğu bağ daha sıkı bir hâl almıştır. Bu durum, kentsel mekânın  metalaşma ve el koyma süreçlerine maruz kalışını derinleştirmektedir.  Sermayenin yayılması ile birlikte, mekânın niteliğine bakmaksızın, müşterek niteliklere sahip kentsel ve kırsal kaynaklar hızla metalaştırılmakta, bu kaynaklara devlet ve sermaye ortaklığıyla el konulmaktadır.
2000 sonrası çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler, Kamulaştırma Yasası (özellikle Acele Kamulaştırma ile ilgili 27. Madde uygulamaları), Bütünşehir Yasası, Afet Yasası, Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği, Zeytincilik Yasası, Orman Yasası ve bu yasalara ilişkin gündemde olan yasa tasarıları metalaşma ve el koyma süreçlerinin hukuksal dayanağının oluşturulmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Bundan dolayıdır ki yapılan her yasal düzenleme, kentleşme sürecinin kuralsız ve kimliksiz bir şekilde büyümesine zemin hazırlamaktadır.

Büyük ölçekli projelerin gerçek anlamda kamuya bir katkısı var mıdır? Büyük ölçekli projeler doğal varlıkların talanına (örneğin Kuzey Ormanları) ve tarihsel değerlerin, kolektif belleğin yok edilmesine (Gezi Parkı Taşkışla Projesi, Atatürk Orman Çiftliği… vd) neden olmaktadır.  Bu projelerle siyasi iktidar bir yandan ideolojik gücünü mekan üretimi ve denetimi aracılığıyla hakim kılmaya çalışmakta, diğer yandan kapitalist sınıfların el koyduğu kentsel artı değerin üretimine hız verecek mekanizmaları kolaylaştırmaktadır.

Yasal düzenlemeler her ne kadar sermayenin önünü açmak amacıyla yapılmış olsa da kısa süre sonra, mevcut yasal düzenlemeler sermaye birikimi için engel oluşturabilmekte ve yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Sürece bir bütün olarak bakıldığında, sermayenin krizden “çıkmak” uğruna mekân ile kurduğu her ilişki, esasında ilerlediği yolda ne zaman patlayacağı belli olmayan sınıfsal gerilimlerin zeminini hazırlamaktadır.


[1]Ekonomik göstergeler için bknz: Özgür Öztürk, Küresel Krizin Neresindeyiz?,  DİSK-AR 3.Sayı
[2]Ümit Akçay: İmar Hakkı Transferi: Kentsel Mekânın Finansallaştırılması http://baslangicdergi.org/imar-hakki transferi-kentsel-mekanin-finansallastirilmasi-umit-akcay/
[3]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://mulksuzlestirme.org/, http://www.direncevre.org/
[4]Ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.mimarist.org/odadan/4000-3-havalimani-na-iliskin-basin-toplantisi-yapildi.html
[5] Yasal çerçevelerdeki muğlaklığın sermayenin mekansal müdahalelerini nasıl kolaylaştırdığına dair bknz: Kuyucu, T. (2014) Hukuk, Mülkiyet ve Muğlaklık: İstanbul’un Kayıt Dışı Yerleşimlerinin Yeniden Yapılandırılmasında Hukuki Belirsizliğin Kullanımları ve İstismarı, Yeni İstanbul Çalışmaları içinde, s: 71-91, Metis Yayınları İstanbul.
[6] 1982 Anayasasında Mülkiyet Hakkı için bkz: http://www.anayasa.gen.tr/1982ay.htm
[7] Ayrıntılı bilgi için  bk. David Harvey, “Yeni” Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim, Praksis (11.sayı).
[8] Devletin kentsel ve doğal müşterek kaynaklara el koyma politikasının öncü aktörü haline gelişini “kentsel kriz” olgusuyla ilişkili değerlendiren bir makale için bknz: Bayırbağ, M. & Penpecioğlu M. (2013) Neoliberal Kent ve Görünmeyen Kriz: Kriz Denetimi Stratejilerinin Peçesini İndirmek, 4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Sempozyumu Bildiri Kitabı, s: 131-149.



Türkiye Kentlerinde El Koyarak Birikim

Yusuf Ekici 2008 yılında  ortaya çıkan kapitalist krizin etkileri gün geçtikçe artıyor.  Krizin ortaya çıktığı dönemde, Türkiye’de yet...