15 Ağustos 2012 Çarşamba

David Harvey’in değeri – Ü.Zümray Kutlu / E.Ahmet Tonak

David Harvey’in “kullanım değeri”nin yüksek olduğunu geçtiğimiz Haziran’da yaptığı İstanbul ve Ankara ziyareti öncesinde de biliyorduk. Yıllardır verdiği Kapital derslerinin web versiyonunun 15 ayda, 187 değişik ülkenin 10,884 şehrinden, 2 milyon tıka mazhar olduğunu da. Postmodernliğin Durumu (1987), Independentgazetesince 1945 sonrasının edebiyat dışı en önemli 50 kitabından biri olarak seçilmişti. Dolayısıyla, Harvey’in yazdıklarını izleyenler için İstanbul Bilgi Üniversitesi ve ODTÜ’deki konuşmaların gördüğü yoğun ilgi doğaldı. Öte yandan, bazı yerli medya mensuplarının bu ilgiyi anlamakta zorlandığını da duyduk. Oysa, dünya kapitalizminin her anlamda ne yapacağını bilemediği bir dönemde, postmodernliğin, kent-kapitalizm ilişkisinin orasını burasını deşen, geleceğe umutla bakan birine duyulan ihtiyaç apaçık olmalıydı.


Marx’ın Kapital‘i İçin Kılavuz (Metis) ve Sermaye Muamması (Sel) kitaplarının Türkçe’de yayınlanması vesilesiyle Türkiye’ye gelen Harvey, “Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele” ve “Sermayenin Sınırları ve Antikapitalist Hareket” üzerine iki konuşma yaptı. Toplumsal Tarih okuyucuları şu ya da bu biçimde Harvey’e zaten aşinadır, Bilgi ve ODTÜ’deki konuşmaları izlemiş olabilirler. O yüzden, bu yazıda, başta coğrafya, kentleşme ve kapitalizmin ekonomi politiği olmak üzere birçok alana önemli katkılar yapan Harvey’in özgünlüğünü tartışmayı amaçlamadık. Niyetimiz, İstanbul ve Ankara konuşmalarının başlıklarından yola çıkarak
kent hakkı ve sermayenin sınırları kavramlarının ilişkisi üzerine yüksek sesle düşünmek.
Harvey, kent ve kentleşme ile öteden beri ilgilenmesine rağmen, kent hakkı kavramını sistematik olarak kullanmaya nispeten yakın zamanlarda başladı. Sermayenin sınırları ise, daha eskilere dayanan Marx’a ve Kapital’e duyduğu ilgisinin ürünü; 1982’de yayınlanan ve dilimize de nihayet bu yakınlarda çevrilen kitabına (Limits to Capital) adını verecek kadar “eski” ve önemli.[1] Bu kavramın Harvey’in yaslandığı genel çerçevenin sembolü olduğunu düşünüyoruz; kent hakkı dahil olmak üzere birçok tartışmaya yaptığı katkının ve kullandığı dilin anlaşılması için sermayenin sınırları bizce vazgeçilmezdir. Biraz daha iddialı bir biçimde söyleyecek olursak, kent hakkı kavramının insan hakları söylemi içinde sıradanlaştırılması büyük ölçüde sermayenin sınırlarının ima ettiği teorik dünyaya tam olarak nüfuz edememekten kaynaklanıyor. O zaman,kent hakkı ile başlayalım ve bu kavramın sermayenin sınırları ile ilişkisini taze bir İstanbul örneği ile somutlamaya çalışalım.
Kent Hakkı
Son yıllarda sıklıkla duyduğumuz kent hakkı kavramını Lefebvre, 1967’de yayınlanan “Kent Hakkı” adlı makalesinde, o yıllarda verilen hak mücadelelerinden beslenerek geliştiriyor. Akademik tartışmalardan sivil toplum projelerine, insan hakları sözleşmelerinden anayasalara kadar, liberallerden anarşistlere geniş bir yelpazede kullanımını gözlemlediğimiz kent hakkının tanım ve içeriği konusunda bir fikir birliği olmadığı kesin.[2]
Kent hakkını tanımlamada ve taleplerdeki farklılık, politik duruşumuzdan, inandığımız değerlerden besleniyor. Kent hakkının tanım ve içeriği üzerine düşünmek, bu kavramın hangi kesimlerce neden ve nasıl kullanıldığını tartışmak gerekli. Çünkü Harvey’in de belirttiği gibi, bu hakkın tanımlanış şekli ile hayata geçirilme yolları doğrudan ilişkili (Harvey, 2012b). Kapitalizmin sürdürülmesine hizmet eden kullanımlar olduğu gibi kapitalizmin aşılmasını hedefleyen kullanımlar da var. Netlik ihtiyacı bariz.
Harvey, “Kent Hakkı” başlığıyla, 2008 yılında, New Left Review’da yayımladığı makalede, kent hakkını insan haklarının en ihmal edilmişlerinden biri olarak tanımlıyor ve dolaşımdaki bireysel ve mülkiyet temelli insan haklarından farklı olarak bu hakkın kolektif bir hak olduğunun altını çiziyor:
Kent hakkı, bir bireyin ya da grubun kentte var olan kaynaklara erişim hakkından çok daha fazlasıdır: kenti arzuladığımız şekilde değiştirme ve yeniden yaratma hakkıdır. Dahası, kenti yeniden yaratmak kaçınılmaz olarak kentleşme süreçleri üzerinde kolektif güç uygulamayı gerektirdiğinden, kent hakkı da bireysel bir haktan çok kolektif bir haktır”(Harvey, 2012b).[3]
Harvey’e göre, kent hakkı kavramını anlamak için tarih boyunca insanların yeniden üretiminin başta gelen belirleyicisi olan kentleşme süreçlerini ve kentleşme-kapitalizm ilişkisini çözümlemek gerekiyor. Nitekim, kendisinin kapitalizm ve kentleşme arasındaki içsel bağı anlatmak için verdiği 1840’lar Paris ve 1940’lar Amerika örnekleri, son yıllardaki kentsel dönüşümün ne anlama geldiğini net bir biçimde anlamamıza yardımcı oluyor. Kent hakkının salt kentsel dönüşümle mücadeleye indirgenemeyeceğini söyleyen Harvey, barınma koşullarının iyileştirilmesi, kiraların düşürülmesi gibi reformist taleplerin yetersizliğini de vurguluyor. Kent hakkı, kendimizi, kentimizi, içinde yaşadığımız çevreyi değiştirme ve dönüştürme yönünde devrimci taleplerin bir ifadesi olmalı:
“Kent hakkını talep etmek, kentleşme süreçleri ve kentlerimizin yaratılma ve yeniden yaratılma biçimleri üzerinde bir tür şekillendirici güç sahibi olmayı radikal bir şekilde talep etmektir (Harvey, 2012b).
Harvey’in bu yaklaşımı kent hakkını bir bütün olarak ele almamıza, kapitalizmin eleştirisini yaparken başka bir hayatın olabilirliğini canlı tutmamıza imkan sağlıyor. Böylesi bir yaklaşımın heyecan verici yanı, bizi savunmacı bir konumdan çıkartıp alternatif yaşam biçimleri üzerine düşünmeye sevk etmesidir:
“Nasıl bir kent istediğimiz sorusu, nasıl insanlar olmak istediğimiz, nasıl ilişkiler aradığımız, doğayla nasıl bir ilişkiye değer verdiğimiz, nasıl bir hayat tarzı arzuladığımız, ne tür estetik değerlere sahip olduğumuz sorularından ayrı tutulamaz” (Harvey, 2012b).
İstanbul, Harvey ve Sermayenin Sınırları
David Harvey, kent hakkı üzerine Cihan Uzunçarşılı Baysal’ın Açık Radyo için yaptığı röportajda, bu hakka dayalı yürütülen mekansal özgürlük direnişlerinde mülkiyet hakkının öne geçtiği, kişinin en önce kendi ailesini, mülkünü düşündüğü ve anti-kapitalist hedeflerden uzaklaştığı gözlemi üzerine şunları söylüyor:
“Henri Lefebvre’in bu konuya ilginç bir bakışı vardı. ‘Belirli bir mekânı, bildiğiniz üzere, bir süreliğine özgürleştirebilirsiniz,’ demişti, ‘ancak burada her zaman şunu göreceksiniz, eğer daha ileri bir özgürleştirme sürecine girmezseniz, özgürleştirmiş olduğunuz mekân, bir süre sonra dominant pratik tarafından tekrar absorbe edilir, ele geçirilir’… Bu şu demektir, sizi küresel kent vesaire zırvalarından kurtaracak çok daha geniş ve daha fazla devrimci bir harekete ihtiyacınız var. Bir evde sosyalizmin olması zordur, bir mahallede hatta bir kentte sosyalizmin olması aşırı derecede zordur. Bu nedenle, …bu süreci önlemek için toplumsal yaşamı daha yaygın bir şekilde nasıl organize edeceğinizi düşünmeye başlamalısınız.”[4]
Sermayenin sınırlarının kavranması hem kapitalizmin kendisinin sınırlarının kavranması, hem de günümüzde olduğu gibi derin krizlerinin kaçınılmazlığının kavranması demektir. Yukardaki röportajda Harvey’in belirttiği gibi, kent hakkı temelli mekân özgürleştirici direnişler bile kazanımlarının kalıcılığını sağlamak için kapitalizm sonrası bir toplumsal yaşamı tahayyül etmek zorundadırlar.
İstanbul’dan vereceğimiz somut örneğe gelelim. Boğaz köprüleri şu ya da bu vesileyle, 3. köprüye direniş ise şu sıralar hep gündemimizde. Üç yıl önce yazdığımız bir yazıya “Boğaz köprüsünden geçerken bir meta tükettiğinizi düşündünüz mü hiç?” diye başlamıştık.[5] Çok değil birkaç hafta önce ise köprü tamiratı dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın kafasına esmiş olmalı ki, geçişlerin bir anda ücretsiz kılındığını gazetelerden okuduk. Yani köprünün “sunduğu” boğazı geçiş hizmeti bir anda meta olmaktan çıktı. Tıpkı, bir süre önce Metrobüs bilet fiyatlarının artışını protesto eden Halkevleri üyelerinin örgütlediği direnişle, bilet almadan köprüden geçişte olduğu gibi. Erdoğan’ınki sıradan vatandaşa adeta bir hibe, Halkevleri’ninki ise düpedüz kent hakkının hayata geçirilmesi. Her ikisinin benzer yanı, köprüden geçmek için kimsenin köprünün metalığına ihtiyacı olmadığını apaçık ortaya koymasıdır. Köprü köprülüğüne devam etmiştir. Öte yandan, esas ortaklık bu halin geçiciliğidir. Tamirat bittiğinde köprü ücretli olacaktır, tıpkı biletsiz seyahat direnişi sönümlendiğinde olduğu gibi. Köprü hizmeti ve benzer hizmetlerin kentlileri zorunlu meta ilişkilerine sokmadan sunulması ise ancak kapitalizm sonrası şehir tahayyülleri ile birlikte belirecektir. Kim bilir, o şehrin köprüye mi, yoksa pırıl pırıl bisiklet yollarına mı ihtiyacı olacağını? Ona, kent hakkını, sermayenin sınırlarının farkına vararak bu hakkı hayata geçirenler karar verecektir.
* Ü.Zümray Kutlu
Anadolu Kültür
** E.Ahmet Tonak
İstanbul Bilgi Üniversitesi
*** Bu makale aynı zamanda Toplumsal Tarih’in Ağustos 224 no.lu sayısında yayımlanmıştır.
Dipnotlar:
[1] Sermayenin Sınırları. 2012a. Ankara: Tan Kitabevi Yayınları.
[2] Kent hakkına dair Harvey’in dışında Lefebvre, Purcell ve Souze’in metinlerinden de bahsedebiliriz. Çok yakın bir zamanda Eğitim-Sen’in Eğitim, Bilim ve Toplum adlı üç aylık dergisi kent hakkı üzerine Lefebvre ve Souze’in yazdığı makalelerin çevirilerine, saha örneklerini ve karşılaştırmaları içeren makaleye yer verdi. Bu metinlerin dışında ayrıca, 2010 yılında Habitat Uluslararası Koalisyonu tarafından basılan ve Ana Sugranyes ve Charlotte Mathievet tarafından derlenenCities For All adlı kitap da bu konuda dünyadan birçok örneği barındıran önemli bir kaynaktır. Kitaba tinyurl.com/cr96vko adresinden ulaşılabilir.
[3] Harvey‘in “The Right to the City” makalesi 2008 yılında New Left Review’da yayınlandı. Biz çeviriyi yaparken, aynı makalenin Harvey’in Rebel Cities adlı kitabında yer alan versiyonunu esas aldık.
[4] http://tinyurl.com/cfqwr6b
[5] http://tinyurl.com/c7mqq8s
KAYNAKÇA
Harvey, D. 1997. Postmodernliğin Durumu: Kültürel Değişimin Kökenleri. İstanbul: Metis Yayınları.
Harvey,D. 2012a. Sermayenin Sınırları. Ankara: Tan Kitabevi Yayınları.
Harvey, D. 2012b. Rebel Cities: From the Right to the City to the Urban Revolution. London: Verso.
Sugranyes, A. & Mathievet, C. (der) 2010. Cities for All: Proposals and Experiences Towards The Right to the City.Habitat International Coalition Publications.
Lefebvre, H. 1996. “The Right to the City” Korffman,E & Lebas, E. (der.) Writing on Cities. Oxford: Basil Blackwell.
Purcell, M. 2002. “Excavating Lefebvre: The Right to the City and Its Urban Politics of the Inhabitant” Geojournal 58:99-108.
Souza, M.L. 2010. “Which Right to Which City” Interface 2(1): 315-333.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Türkiye Kentlerinde El Koyarak Birikim

Yusuf Ekici 2008 yılında  ortaya çıkan kapitalist krizin etkileri gün geçtikçe artıyor.  Krizin ortaya çıktığı dönemde, Türkiye’de yet...